Ücret politikası, sosyal sözleşme ve kalkınma meselesi olarak asgari ücret

Kaynak, Erhan Demirtas/NurPhoto/Getty Images
- Yazan, Prof. Dr. Selva Demiralp
- Unvan, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi
- Okuma süresi: 4 dk
Türkiye yeniden asgari ücret tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemden geçiyor.
1 Ocak 2026'dan itibaren geçerli olacak net asgari ücret 28 bin 75 TL olarak açıklandı. Bu, geçen yıla göre %27 artış ifade ediyor.
2025 başında 22 bin 104 TL olarak belirlenen ve yıl boyunca sabit kalan net asgari ücret, yıl içerisinde - Kasım ayı hariç tutulduğunda - her ay yaklaşık %3 düzeyinde reel değer kaybetti.
2026 yılında ise enflasyonun %30'lu seviyelerden %23'lere gerilemesi beklenirken, asgari ücretin yılda yalnızca bir kez ayarlanması düşük gelirli kesimlerin alım gücünü aşındırmaya devam edecek ciddi bir problem olarak karşımızda duruyor.
Türk-İş'in verilerine göre yıl başında 23 bin 615 TL olan açlık sınırı, yıl içinde 30 bin 327 TL'ye yükseldi.
Dört kişilik bir aile için hesaplanan yoksulluk sınırı ise 93 bin 697 TL'ye ulaştı.
Asgari ücretin yılın başında kabaca açlık sınırına denk gelirken, birkaç ay içinde açlık sınırının altına düşmesi, alım gücündeki dramatik erimenin en net göstergesi.
Ayrıcalık mı, hak mı?
Yüksek enflasyon dönemlerinde asgari ücretin yıl içinde yeniden ayarlanması ve en düşük gelir grubunun alım gücünün korunması, devletin vatandaşına karşı temel sorumluluklarının bir parçası.
Bu, imzalanmamış ama varlığı hissedilen sosyal sözleşmenin de bir gereği. Dolayısıyla alım gücünün korunması bir ayrıcalık değil, vatandaşın en doğal hakkı.
Ne var ki seçim dönemlerinde "müjde" niteliğinde sunulan bu ayarlamaların seçim sonrasında masadan kalkması, anlaşılması zor ve toplumsal açıdan endişe verici bir tutum.

Kaynak, Bilal Seckin/SOPA Images/LightRocket/Getty Images
Asgari ücretin enflasyona karşı korunması yalnızca seçim dönemlerine özgü bir jest değil de genel bir ilke olarak benimsense, reel ücreti sabit tutmak için otomatik bir enflasyon endekslemesi teorik olarak en kolay ve en adil çözüm olurdu.
Ancak siyasetin elinden bir "havuç" alınacağı için bu teorik çözümün pratikte karşılığı bulunmuyor.
Asgari ücret enflasyonu artırır mı?
Asgari ücret tartışmalarının kaçınılmaz bir boyutu da asgari ücret artışlarının enflasyon üzerindeki etkisi.
Asgari ücret, üretim maliyetlerinin önemli bir bileşeni olduğundan, ücret artışlarının fiyatlara bir miktar yansıması son derece doğal.
Literatür de bu geçişkenliği doğrular ancak bire bir bir ilişki söz konusu değildir.
Bunun iki temel nedeni var:
- Maliyetlerin tamamı emek maliyetlerinden oluşmaz; özellikle sermaye yoğun sektörlerde ücret artışları enflasyona sınırlı yansır.
- Rekabetçilik ve verimlilik artışı ücret artışlarını absorbe edebilir.
Ayrıca esas nedensellik incelendiğinde, enflasyon arttığında ücretlerin de artmak zorunda kaldığı görülür.
Dünyanın her yerinde reel ücret kaybını önlemek için ücretler enflasyona paralel yükselir.
Kapsamlı bir dezenflasyon programı uygulanırsa, ücret artışlarının enflasyonist etkisi daha adil bir vergi politikasıyla dengelenebilir ve yıl sonu enflasyon tahminiyle uyum sağlanabilir.
Ancak bütün yük Merkez Bankası'nın üzerine bırakıldığında enflasyon düşmediği gibi, beklentiler de katılaşıyor.
Asgari ücret ne kadar artarsa enflasyon ne kadar artar?
Ampirik çalışmalar, asgari ücrette %10'luk bir artışın enflasyonu kabaca 2 puan yukarı çektiğine işaret ediyor.
Bu çerçevede, asgari ücreti açlık sınırı seviyesine çıkarmak için gereken %37'lik artış, enflasyonu 7 puanın üzerinde artırabilir. Bu senaryonun gerçekleşmesi pek olası görünmüyor.
Daha muhtemel olan %25–30 arası bir zam, enflasyon üzerinde 5-6 puan kadar yukarı yönlü baskı oluşturabilir.
Bu hesaplar meraklıları için önemli. Ancak buradan "o halde asgari ücret artışını sınırlayalım" sonucunu çıkarmak hata olur.
Enflasyonla mücadelede asgari ücret tartışması neden yanlış zemin?
Enflasyon konusunda ne kadar şahin bir duruşa sahip olunursa olunsun, asgari ücreti bu tartışmanın merkezine koymak doğru değildir.
Çünkü enflasyonu düşürmek adına asgari ücret artışını sınırlamak, acı reçetenin faturasını düşük gelirli kesimlere çıkarmak anlamına gelir.
Oysa geniş kapsamlı bir kalkınma programıyla arzı artırmak, büyüme yaratarak dezenflasyonu getiren bir çözümü sunar.
Siyasi tansiyonu düşüren, kutuplaşmayı azaltan politikalar da hem sermaye girişleri hem de beklenti yönetimi açısından dezenflasyon sürecinin yükünü hafifletir.

Kaynak, Anadolu via Getty Images
Asgari ücret tartışmalarının görmezden gelinen boyutu
Toplumun yaklaşık yarısının asgari ücret civarında gelir elde ettiği sık sık dile getirilse de, pek konuşulmayan bir çarpıklık daha var: Tecrübeli çalışanların, işe yeni girmiş vasıfsız iş gücüne yakın ücretler alması.
İktisadın temel prensibi açık: Reel ücret, emeğin marjinal üretkenliğine eşit olmalı.
Tecrübe kazanmış, verimliliği artmış bir çalışanın yeni başlayan biriyle aynı ücreti alması ekonomik teoriye ters düşer.
Ancak asgari ücretin zamanla siyasi bir ödül mekanizması niteliği kazanması nedeniyle, asgari ücret artarken diğer ücretler aynı oranda yükselmedi.
Bu ücret sıkışması, beşerî sermayeyi caydıran, beyin göçünü hızlandıran ve dolayısıyla verimlilik artışıyla desteklenen kalkınma odaklı büyümenin önüne geçen bir etken olarak değerlendirilmeli.













